kardanadam

hayat yaşandığı kadar vardır

Cumartesi, Mayıs 28, 2005

çaresizlik

Hiç çaresizlik içinde kıvrandınız mı? Hem de sevdiğinizin yanında... Ben kıvrandım. Onun yanında iken onun benim yanımda olmadığının bilincine varınca ve ona benim yanımda olduğunu hissettiremememin çaresizliğini yaşadım.
Kimi zaman, onun bu hallerini takmazdım ya da düşünmek istemezdim. Onun dalgın bir insan olduğunu düşünürdüm. Hep gözlerini kısar, ufuklara dalar ve giderdi. Belki on, belki de 15 dakika hiç konuşmazdı, hep suskun ve düşünceli bir şekilde bakardı. Bense o arada geçen zamanda bana olan ilgisizliğini, tersine döndürmek için türlü şebeklikler yapardım. Hiç yapamadığım halde, fıkralar anlatmaya, sesim güzel olmadığı halde ona aşk şarkıları söylerdim. Ama nafileydi. Sanki belli bir saatte ötmeye ayarlanmış çalar saat gibi her defasında, bir anda geri dönerdi. Tekrar bana bakardı. Eğer ki bir cafe yada o tür bir yerde isek, hemen kalkardık. Evde isek, misafir kapı dışarı olurdu.
Bu durumların geçici olduğunu umardım hep. Ama olmadığını, onun eski sevgilisi ile tanışınca öğrendim.
Tesadüfen, arkadaşımın arkadaşı, onun eski erkek arkadaşı çıktı. Ne o benim, onun eski kız arkadaşının yeni sevgilisi, ne de ben onun benim yeni sevgilimin, eski sevgilisi olduğunu bilmeden çok iyi dost olduk. O kadar ki aşklarımızı anlattık, birbirimize. Ve tesadüf gerçekleşti.
Sevgilimin, dalıp gitmelerinden bahsettiğim zaman, kafasından vurulmuş gibi bir anda irkildi. Ve ağzından 'olamaz' kelimesi çıktı. Niye? şeklinde sorduğum refleksi sorunun ardından, sevgilimin ismi onun dudaklarından çıktı.
Ve sonra herşey açığa çıktı. Benim yeni sevgilim, onun eski sevgilisin aklında hep tek bir kişi varmış sürekli. Birileri ile her buluştuğunda, onu anımsatan en ufak bir durumda bile onu düşünürmüş. Ve dalıp gidermiş. Ve bu sebeple, yeni sevgilimin eski sevgilisi ondan ayrılmış.
Düşündüm, ben ne yapabilirim diye? Bir başkasını düşünüyor diye ayrılmalı mıyım yoksa sadece düşünüyor, aldatmıyor diye sevinmeli miydim? Uzun süre bu soruyu sordum kendi kendime. En sonunda ayrılmaya karar verdim. Çünkü, her seferinde onun benim yanımda iken bir başkasını düşünüp beni aldatmasına ve ben bu durumda çaresizlik içinde kıvranmaya dayanamazdım.

Pazar, Mayıs 22, 2005

yalnızlıklar rıhtımı

Yalnızım.....

Evet yalnızım. O yüzden yalnızlıklar rıhtımındayım. Beni uzaklara götürücek bir gemi bekliyorum. Artık eskisi gibi bineceğim gemiler illaki şöyle olsun demiyorum. Yeterki önceki gemiler gibi denizin ortasında beni ölüme terketmesin. Bir can simidini bile çok gören gemiler yüzünden, ölümler hep yanıbaşımda oldu. Sanki ölümle yapışığım. Rıhtıma yaklaşan her gemi ile birlikte ölümüde sırt çantama yüklüyorum. Biliyorum, denizin ortasında yalnızlık çekilmiyor, ölüm olmasa. Denizin ortasında cebellişirken depresyonlarla (Hiç olmazsa ölüm var) diyorsun, delilik sınırlarında.
İşte yine rıhtımdayım. Bekliyorum, bir açık deniz gemisini. Ama bu sefer, güvenli bir gemi. Sadece güven... Başka bir şey istemiyorum. Ne çok güzel olmasını, ne büyük olmasını, ne de başka bir şey. Sadece güven istiyorum, zaten güven olunca huzurda olduğu için bir de huzur.
Hayat hep istemekle, geçiyor şu aralar. Çünkü kendim elde edemeyecek kadar aciz bir durumdayım bu aralar. Sadece isteyebiliyorum. Şu atasözü (İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara) artık felsefem olma yolunda.
Yakın bir zamanda, yollardaki dilencilerin yanına mendil açacağım, bir umutluk sevgi dileneceğim. Bakalım veren olacak mı?

Perşembe, Mayıs 19, 2005

gençlik bayramı

Bugün 19 Mayıs, yani Gençlik ve Spor Bayramı. Adnan Menderes Stadı'nda yakıcı sıcağın altında yaklaşık iki saat süren gösteriler bana çin işkencesi gibi geldi. Sıcak bir yandan, hoparlörden gelen iç gıcıklayıcı ses bir yandan ve saha içinde yüzlerce hatta binlerce öğrencinin sesleri bir yandan. Bir an için 'Ne oluruyoruz ya, kafam şişti' diye bağırasım geldi. Gel gör ki basın mensubunun şikayet etmeye hakkı yoktur. Paşa paşa görevimi yaptım.
Bu bayramda haber bazında pek malzeme çıkmadı bana. Oysa geçtiğimiz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında Ayşe Tülü isimli 67 yaşındaki yaşlı teyzem ne güzelde silahını sahanın içinde çıkarmış, havaya bir kaç el ateş etmek istemişti. Tabii Sayın valimizde onu engellemişti. Herhalde şans diye buna denir ki olay bütün basın mensuplarının gözü önünde tezahür etti. Bu sayede Ayşe Tülü teyzem benim yazdığım haber sayesinde 9 gazetede haber olmuştu. Bu bayramda da benzer olmasa da en azında onun kadar ses getirecek bir bekledim, aradım. Fakat nafile. Yerel gazeteler için sayfa doldurmaya yarayacak kadar normal bir bayram kutlaması yaşandı.
Öğleden sonra ise 14-21 Mayıs Gençlik Haftası dolayısıyla Aydın Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda üç sayı atış yarışması vardı. Oraya giderken, (Ben de katılsam ya) diye içimden geçiriyordum. İç geçirmemi gerçeğe dönüştürdüm ve adımı listeye yazdırdım. Fakat yarışma başlayamıyordu çünkü görevli eksiği vardı. Gönüllü görevliye ihtiyaçları vardı. Göz ucuyla salona bir göz attım. Salonda yaş itibari ile en yaşlı bendim. 25 yaşındaydım ve en büyük bendim. Düşünün salondaki yaş ortalamasını. Ben de gönüllü görevli olarak sahadaki yerimi aldım. Yaklaşık 2 saat süren yarışmalar sırasında görevimi layıkıyla yaptım. Üstelik bol bol da atış yaptım. Hani bende yarışacağım ya. Önceden hazırlık olsun diye. Her neyse bana da sıra geldi. Amma velakin ilk turda yenildim. Üçte sıfır attım. O kadar kötüymüşüm yani.
Yarışmalar sonunda dereceye girenlere ödülleri verildi, bende fotoğraflarını çektim. Haberi yazmak için büroya gelirken, kafam kazan gibi olmuştu. Fark etmemiştim ama gönüllü görevlilik hem yormuş hem de baş ağrısı yapmıştı.
Ama yine de şikayetçi olmamak lazım. Gençlik Bayramının hakkını verdim. Sabah gençlerle beraber stad'da ter döktüm, öğlen de onlarla yarıştım. Yani gençle genç oldum. Aslında yaşlı da sayılmam zaten. Sayılmam dimi....

Salı, Mayıs 17, 2005

deney hayvanları kullanma kursu

Deney hayvanlarını kullanma kursu... Bu, bugün yazdığım haberin üst başlığı idi. Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından 'Deney Hayvanlarını Kullanma Kursu' açıldığını ilk duyduğumda garipsemiştim: ''Deney hayvanını kullanma kuralı mı var'' Neyse ki bu konu da cahilliğimiz Prof.Dr. Tuncay Altuğ tarafından verilen ilmi bilgiler ile giderildi.
Öyleki Tuncay Altuğ hocamız, deney hayvanlarının kullanımı ile ilgili olarak Avrupa'da çeşitli yasalar bulunduğunu, Türkiyenin'de AB giriş sürecinde, yasalarına bununla ilgili maddeler eklediğini kaydetti.
Kursun afişinde fare, tavşan ve sıçanlarla uygulama yapılacağı yazıyordu. Kursun organizatörü Mustafa Birincioğlu beni deney hayvanlarının olduğu bölüme götürdü. Oraya giderken, çok sevdiğim bir hayvan olan tavşanı (fare değil) göreceğimi umuyordum. Fakat, bu sevimli hayvan yerine sıçan ve farelerle dolu bir odaya girdim. O esnada buraya herhangi bir normal bir bayanın giremeyeceği aklıma geldi. Atacağı çığlıkları duyar gibiyim.
Hocam sağolsun sıçanların ve farelerin durumlarını bana izah etti. Hatta o kadarki yavru fareleri bile gösterdi. O esnada arkadan gelen bir bayan görevlinin bana dokunması ile benim irkilmem bir oldu. Hiç korkmadığımı sanıyordum ama korktuğumu odadaki iki kişi gibi bende öğrenmiş oldum.
Bu ilginç odadadaki keşfimden sonra bu seferde kursun yapıldığı laboratuvara gittim. Sayın Tuncay Altuğ hocamın gözetiminde bir grup kursiyer bir güzel sıçanları bulundukları yerden çıkartıp bayılttılar. Daha sonra bunların kuyruklarını keserek uygulama yaptılar. Bu esnada ben niyeyse hiç iğrenmedim. Sanırım sıçanların bilim uğruna şehit düştüklerini düşündüm(!) Kursiyerlerden biri sıçanların bir tanesine fazla narkoz verince sıçancık (!) ölüverdi. Tuncay Altuğ hocamız hemen sıçana suni teneffüs yaptı. Yanlış anlaşılmasın dudaklarını sıçanınkine yapıştırmadı. Bir şırıngayı sıçanın ağzına koydu. Diğer taraftan üfledi. Sıçan tam öldü derken, canlanıverdi.
Benim içinde ilginç bir haber ortaya çıktı. Haberimi yolladım. Yarın Aydın'daki bütün yerel gazeteler de çıkar. Ama umarım ulusallarda'da çıkar. Her ne kadar benim adımı yazmasalarda (AA) yazması yetiyor.
Hey siz yarın bununla ilgili bir haber okursanız bilin ki ben yazdım.
Hadi, yarın görüşmek dileğiyle.........

Pazartesi, Mayıs 16, 2005

kanka'ya mektup

Evet... Bir kankam vardı. Kışın okula gittiğimde tanıştığım, yolları beraber aşındırdığım, onun yurt odası ile kendi odam arasında mekik dokuduğum, yemeklerimi paylaştığım, yaşanmamış kırık aşklarımın acılarını anlattığım bir kankam vardı. Ben bu kankalığı hiç anlamamıştım. Sanki, yaratılırken bir noktada buluşacağımız belliydi. Ve buluştuk... Tanrı denilen varlık bizi buluşturmuştu.
Şu anda Ankara’nın Kızılay’ında mutsuz ve umutsuz insanlarla dolu Sakarya Caddesinde, insanı boğacak kadar sigara dumanı ile dolu izbe bir internet kafede ağlıyorum. Ben hayatımda bugüne kadar sadece üç kez ağladım; birincisi babamın öldüğü gün, ikincisi üniversite sınavını kazanamadığımda, üçüncüsü ise amcamı kaybettiğimde... Hatırlarsan o zaman sen de yanımdaydın.
Nasıl oldu da ben bu kadar uzun süre birisiyle can dost oldum? Onu da merak ediyorum. Tartıştık bir kaltak yüzünden. Tartıştım bir kavganın sıcaklığında bir aşkın duygu yoğunluğunda tanıştığım insanla... Beraber gezdik, eğlendik. Sınavlara girdik. Sabahları herkes bizi, namaz kılmaya kalktığımızı zannederken biz ders çalışıyorduk. Evimin kapılarını açtığım tek insandın. Yirmi yıllık yaşamım boyunca ben, onu ‘nasılsın be kanka’ lafındaki samimiyetten dolayı sevmiştim. Ben, onu herşeyi açıkça söylediği için sevmiştim. Ben, onu düzenin belli tiplerinin dışına çıktığı için sevmiştim. Şaşırıyordum böyle bir arkadaşım olduğuna. Ben ki insanların siyasi görüşlerine önem veren bir insandım. Ama bu kişide böyle bir şey aramadım.
Etrafımda bana yoldaş diye hitap eden fakat içlerinde sevgiden, saygıdan ve duygudan yoksun onlarca insan vardı. Okulda ve normal yaşamımda herkes, benim en iyi arkadaşımın o kişi veya kişiler olduğunu zannediyordu. Ama kimse gerçeği bilmiyordu. Gerçek şuydu onlar benim arkadaşım değil ama sen benim kankamdın. Öyle ki Konya’dan gelirken bile seni, vedalaşırken en sona bıraktım. Çünkü, senin bende ayrı bir yerin vardı. Sanki ailemden biri gibiydin.
Ve bir gün olan oldu, kankam bana karşı tavır aldı. Benim bildiğim kankalar birbirlerini iyi tanırlardı. Bir gün Ankara’nın soğuk güz havasında, şehrin ışıklarının yüzümü acıtma isteğiyle aydınlattığı bir gece de bir başka arkadaştan telefon geldi. Telefondaki diğer arkadaş, kankamın benim arkamdan konuştuğunu ve benimle konuşmayacağını hatta selamımı bile almayacağını söylüyordu. Kankam, bana bunları yüzüme karşı söylememişti. Elin puştlarına söyletmiş bana söylememişti. Benim başımdan aşağıya kaynar sular iniyordu. Neden böyle oldu? Yoksa, tanrı bizim arkadaşlığımızı çok mu görmuştü? Neden benim kankam bana değilde üçüncü şahıslara bazı laflar söylettiriyordu? Kanka, ben yaşam göruşüme göre bu şeyleri hazmedemiyorum ve dayanamıyorum.
Şu anda koskoca internet kafenin içinde ağlıyorum. Eğer bir kanka olarak bana bunu reva görüyorsan gör. Eğer aramıza üçüncü şahısları sokacaksan sok. Ama ben bu lafları onlardan değil senden duymak isterdim. Kanka, yurtta kız yüzünden kavga ettiğimizde ben hatalıydım. Sen benim aramamı bile beklemeden üçüncü şahıslara konuyu açtın. Kim haklı kim haksız diye bir düşünmeni istiyorum senden. Ben yine de kızgın değilim. Belki bazı şeyler artık hiç eskisine benzemeyecek ama olsun diyebiliyorum. Eğer sende de bunu söyleyecek cesaret varsa yazmaya devam edersin. Unutmaki sen benim Konya’daki en değerli varlığımdın.
Eğer kankalık görevlerini iyi biliyorsan; bana başka şahısların yaptığını yapmazsın. Ama bilirim sen inatçısındır. Her ne kadar haksız olsanda yinede ben hala sana kapılarımı kapatmadım. Belki bende ağır konuştum. Ama kendini benim yerime koy ve düşün. Düşündükten sonra kankalığı bir anda silebiliyorsan uğurlar olsun. Bir kankalık bitmiştir. Kahrolası düzen, bizi birbirimize çok görmüştür. Herkes hayatına bir şekilde devam eder. Ama sen benim eksikliğimi bende senin eksikliğini on yıl sonrada hissedeceğiz. Her ne kadar bana laflarını üçüncü şahıslar söylesede ben cevabını bekleyeceğim.
Kanka dediğim son insan...."

en iyi dostum

Aklımdaki herşey geçmişe dair.Sırf senin gibi. Ama niye böyle oldu.Niye bende"bugün"kavramı yok oldu.Şu an çalan Demir Demirkan şarkısında olduğu gibi "belki bir başka yerde" yaşıyorum.Belki de hiç yaşamadım.Sadece yaşadığımı sandım.Herşey hallüsinasyon gibi bir görünüp bir yok oluyor.Peki herşey niye böyle oldu?

Geçmişten yani senle ilgili olarak hatırladığım bir çok şey var. Ama onların hepsini sana anlatamam.Şebnem Ferah'ın dediği gibi herşeyi abarttığımı söylersin.Ama sana bazılarını anlatayım. Bir temmuz akşamıydı.Yine elimde "kapitalist" diye tanımladığım ama bir türlü içmeyi bırakamadığım"coca-cola" tenekesiyle birlikte oturmuştuk tren raylarının üzerine.Sen yine gelmiştin yanıma.Bana güzel şeyler vaat etmiştin.Sonsuzluk,güzellik gibi ama ben son anda caymıştım.

Ya,menderes ırmağındaki buluşmamız nasıldı.Onu unutmuş olamazsın herhalde.Suyun altında nefes alma yarışına girmiştik seninle.Tabii su yutma yarışı da diyebilirsin sen buna.Ama seninle en güzel buluşmamız köprünün üzerinde olmuştu.Demir parmaklıklar yine önümdeydi.Ama sen onlardan daha yakındın bana.Kuş olup uçmanın ve de uçak olup çakılmanın zevkini seninle doyasıya yaşamıştık. Evet, sevgili dostum ÖLÜM.E-mail adresimin (partytime) tersine şimdi ölüm vakti.Seninle benim, her zamanki buluşmamızı yapma vaktimiz.Seni,evimin çatısında kuş olup uçmaya çağırıyorum.

Biliyorum,sen benim en sadık dostumsun.Sen insanlar gibi dost görünüp sırttan vurmazsın.Seni, insanlar hep kötü biliyorlar.Ama sen benim için herşeyden daha iyi ve güvenilirsin.Çünkü acılarımı dindirmeyi vaat ediyorsun.Kimse yapmadı bunu şimdiye kadar. Ama senin bunu başarabilecek güçte olduğunu biliyorum.Cezmi Ersöz'ün dediği gibi,"ölümler,arzularımızı parlatır." Bende,arzularımı parlatmakla kalmıyor,arttırıyor.Çünkü bu dünyada yaşayamadığım veya yaşayıpta zevk alamadığım her şeyi ölümle tadacağımı düşünüyorum.

Mesela,Kezban'la o son ayrılışımızda ona doya doya sarılmak istemiştim.Ama ne yazık ki bunu başaramamıştım. Çünkü sen benden önce davranmıştın. Daha sonra çok üzülmüş ve eksikliğini hissetmiştim o sarılmanın.

Ölüm dostum,işte senden bunu istiyorum.Bana doya doya sarılmayı vereceksin.Bana Kezban'ı geri vereceksin. Yaşanmamış sevgimi istiyorum senden. Seks istemiyorum.Onu yeterince tattım.Ama sevginin ve sevgiyle dolu sarılmanın yerini tutmuyor.

Annemi istiyorum senden.O günü hatırlıyorsun değil mi? Karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir anne ve oğlu vardı. Yaramaz çocuğun cezasını annesi çekmişti. İşte o anne, benim annem. Onu
benim yanıma getireceksin.Sen benim en sadık dostumsun.Bunu benim için yaparsın değil mi?

Evet,ölüm dostum.Ben geldim.Hoş geldim değil mi"

sen ve ben

Kimi zaman, düşünürdün; hayatın ne kadar anlamsız ve boş olduğunu... Yürümek isterdin geceler boyu; uzaklara açılmak isterdin. Her şeyden ve her insandan uzakta kendinle yaşamak, kendi kendini düşünmek isterdin... Kimseler bulmasın seni, kimseler bilmesin yerini... Özellikle o bilmesin...Onu görmek en acı şey olacaktır senin için. Bilirsin dünya'ya bir daha güneş doğmayacağını, bilirsin bütün acıların o yanında olduğunda tekrar gün yüzüne çıkacağını.
Varmışdın, yolun sonuna. Artık geçmiş, küllenmiş bir ateşten başka bir şey değildi senin için. Ama niyeyse yine de onu düşünmeden edemiyordun. Onun silüetini hep bir yerlerde görüyordun. Gün boyunca dolaştığın ve seni bütün güzelliği ile büyüleyen yemyeşil ormanlarda bile bütün ağaçlarda ona rastlıyordun. Hep seninleydi. Oysa, ondan kaçmak için gelmiştin buralara, bu dağ başına... Olmadı işte yine ondan kurtulamadın. Çünkü; bilmiyordun mesafelerin sevgiyi arttırdığını... Bilmiyordun ne kadar uzak olursan ol, sevginin azalmayan ama artan bir duygu olduğunu... Bilmiyordun, insanın sadece bir kez aşık olabildiğini ve bir daha kurtulamadığını...
Geçmişin yanmış külleri arkanda kalmış olabilir senin için... Ama geleceğin puslu yolları hala önünde... Puslu yollarda yürümek hiç de sandığın kadar kolay değil emin ol... Biliyorum çok bilmişlik yapıyorum değil mi? Hep öyleydim... Zaten beni o yüzden sevmiştin... Hatırlıyor musun ilk tanıştığımız anı; seni bilgimle kandırmıştım. Oysa Bilgisayar konusunda o kadar da bilgili değildim, sadece senden çok biliyordum. Ama olsun kandırmıştım ya seni o yeter! Seni hep büyütebileceğim bir çocuk olarak görmüştüm...Oysa sen büyümüştün, sadece ben fark etmemiştim. Sen koskoca bir genç kızdın. Benden, sadece senden daha bilgili olduğum için hoşlanmıştın. Biliyorum bu bilgi, sana fazla bana az geldi.
Seni evde tek başına bırakıp, kitapların arasında gezintilere çıkmıştım. Mark, Engel, Freud ile arkadaşlık ediyordum. Çok uzaklardaydım senden. Oysa yanı başındaki odada idim. Ama o kadar da uzaktık, en azından düşünce bazında...
Oysa büyüyen her nesne gibi sen de ilgi bekliyordun, sevilmek istiyordun, sevginin gösterilmesini istiyordun. Sıkılıyordun, hayatta tek başına kalmaktan. Sıkılıyordun, okumaktan. Sıkılıyordun ve bunalıyordun benden. En sonunda gittin ve yittin. Peki ben ne oldum, bunu da hiç düşünmedin biliyorum. Düşünmemeye de devam edeceksin.
Şimdi olduğu gibi her yerde benim silüetimi göreceksin. Beni düşüneceksin. Ta ki bir daha ki gerçek aşka kadar. Ama tekrar yazıyorum: insan sadece bir kere aşık olur. İkinci bir aşk tanrı tarafından insanlara verilen bir armağandır. Ve bu armağana sadece layık olanlar sahip olur.
Ben, sadece sana aşık oldum. İkinci bir aşkı istemiyorum. Tanrıya her gün yalvarıyorum bana armağan vermesin diye. Her gün sokaklarda onlarca güzel ve alımlı bayan görüyorum. Hepsi de gökyüzündeki binlerce yıldız gibi tek ve özel... Bir çoğu senden de güzel, bir çoğu senden de zeki. Ama ben hiç birini istemiyorum. Ben seni istiyorum, sen beni ne kadar istemezsen ben o kadar istiyorum. Sen buna zıtlık teorisi de diyebilirsin. Mıknatıs gibiyiz seninle, ben artı sen eksi... Sürekli bir birimizi çekiyoruz ama o kadar da itiyoruz.
Sen kaçtın ve uzaklaştın. Ama ne kadar uzağa gittin. 500 kilometre mi bin kilometre mi uzaktasın. Ben o kadar yakınım sana, inan ki anlayamazsın... Hatta güzelim şu an yanımdasın, beynimdesin...
Her gece sen diye yorganlara sarılıyorum, her gece sen geleceksin diye kapıyı açık bırakıyorum. Her sabah sen gelirsin diye balkonlardan sana bakıyorum. İnan seni o kadar özlemesem, şimdi seni yazmazdım. İnan seni senden daha fazla seven biri varsa o da benim. Ama tabi anlayabilirsen........