kardanadam

hayat yaşandığı kadar vardır

Pazartesi, Eylül 12, 2005

BİZ BİR BÜTÜNÜZ

Acıların bir gün dineceğini biliyordum. Ama yine de kendimi tutamıyordum. İçimden hıçkırarak ağlamak geliyordu ama bir türlü ağlayamıyordum. Evimin salonundaydım. Yanımda ev arkadaşlarım da vardı. Biri uzun boylu hafif sarı saçlı yeşil gözlü diğeri kısa boylu sevimli bir insandı. Her ikisi de beni teselli etmeye çalışıyordu. Yeni yeni başladığım birayı artık sever olmuştum. Çünkü acılarımı unutmama yardım ediyordu. Fakat sanki biranın köpüğünde, her yudumunda, hatta boş bira bardağında bile onu görüyordum.

Evet, aşk acısı çekiyordum. Utanılacak bir durum değil. Yaşları benden büyük olanların yaşadığı, küçük olanların ise hayatlarında en az bir kez yaşayacağı bir durum bu. Hiç kimse, aşık olmadan önce çekeceği acıları düşünmez, hatırlatan olursa da dinlemez. Evet, bende dinlememiştim. Ama hayatımın o ana kadar ki en güzel anlarını onunla yaşadığım gibi, ondan ayrılınca da hayatımın o ana kadar ki en büyük acısını onsuz yaşadım.

Onun arkasından hiçbir zaman kötü konuşamadım. Bildiğim sırları vardı, ama bunu ona karşı hiçbir zaman koz olarak kullanmadım. Çünkü, onu hala seviyordum. Bir yerde okumuştum, insan için en büyük mutluluk, sevdiğini mutlu görmekmiş. Bende onu mutlu görmek istiyordum, hatta kendi mutsuzluğumu göze bile almıştım. Sakın, onun beni terk ettiğini düşünmeyin. Çünkü ben onu terk ettim. Niye mi? Hem de onu bu kadar çok severken. Terk ettim, çünkü onun benim yanımda iken mutsuz olduğunu görebiliyordum. Ben hayatın karmaşıklığı içinde kendime yeni bir yer arıyor, insanlara kendimi kabul ettirmeye çalışıyordum. Belki gereksiz diye düşünülebilecek her konuda insanları bilgimle avlıyordum. O ise, bence çok daha basit sayılabilecek konulara ilgi duyurdu: magazin, paparazzi programları vs. Benim arkadaş ortamımda, kendini dört bir yandan aç kurtlar tarafından saldıra uğramış kırmızı başlıklı kız gibi görüyordu. Benim bilgimle ezdiğim arkadaşlarım bana diş geçiremeyince ona saldırıyor ve onu ezmeye çalışıyordu. Bilgisizliği ortaya çıktıkça, onu korumak için hamle yapıyordum fakat kabul etmiyordu yardımımı. Kendi başına, acımasız saldırılarla baş etmeye çalışıyordu. Zaten hayatı boyunca da her şeyi tek başına yapmak istiyordu. Fakat saldırılar onu o kadar yaralıyordu ki, gecenin bir yarısı, onun ev arkadaşlarından gelen ‘O ağlıyor’ telefonları ile uyanıyor, bir daha uyuyamıyordum.
İşte bunun için onu terk ettim. Daha fazla zarar görmemeliydi. Artık görmüyor.

O günden sonra bir çok kızla flört dönemim oldu, ama hiç birini üniversiteli arkadaşlarımın ortamına sokmadım. Hiç biri yaralanmadı. Hiç biri bilgisizliği nedeni ile üzülmedi. İçlerinde bilgili sayılabilecek olanlarda vardı ama yine de yeterli değil.

Yolda yürüyorum. Yanımda, kısa boyu, hafif kilosu ve mis gibi kokan teni ile aşkım var. Sabahın altısında, yürüyoruz yollarda. Hiçbir şey umurumuzda değil. Ne mahalle sakinleri, ne yolda gördüğümüz polisler, ne sabahçı kahvehaneleri ne de lokantalar. Çünkü, ikimizde birbirimize deli gibi aşığız. Evet bu cümle biraz abartı gelebilir ama öyle.
Yaklaşık bir aydır beraberiz. Mesafelerimiz uzak olmasına karşın, aşkın gücü ile mesafeleri aşıyoruz. Haftada bir gün buluşuyoruz. Kimi zaman kuytu bir cafede, kimi zaman boş bir evde, kimi zaman boş sokaklarda hasretimizi gideriyoruz. Öylesine bağlanmışız ki birbirimize her gün yapılan sohbetler bile yetmiyor. Gecelerimiz ise uzun, yorucu ve rakamsal boyutu gittikçe artan bir şekilde geçiyor.
Onu her görüşümde, onu yeniden keşfediyorum. Onu sonsuza kadar tam olarak tanıyamayacağımı düşünüyorum. Aslında tanımak da istemiyorum. Çünkü, aşkımızın canlılığına katkıda bulunuyor. Bir gün akıllı aşkımı, bir gün tam bir ev kadını aşkımı, bir gün tam bir iş kadını olan aşkımla hayatım hiç monoton geçmiyor.

Onu arkadaş ortamıma henüz sokmadım. Ama sokacağım. Niye mi? Görsünler, benim akıllı sevgilimi, görsünler osmanlı saltanatı altında yaşayıp da özgürlüğünü ilan edebilen bir insan evladını, görsünler akılla, ruh güzelliğinin bileşimini, görsünler insan sevince nelere katlanıyor, görsünler hayatın neler getirebildiğine.

Artık arkadaş ortamından korkmuyorum. Hiç biri, bizim bu halimizi görecek abileri kadar bizi yaralayamaz. Hiç biri, bizi ayrı kalmak kadar yaralayamaz. Hiç biri, gerçek aşkın sevgi duvarına zarar veremez.

Ben bunları düşünüyordum, bir yanımda aşkım varken. O an fark ettim ki, ben ilk defa aşık olmuştum. Yukarı da bahsettiğim ise aşk değil, başka bir şeymiş. Belki de oyuncağı elinden alınan çocuğun ağlamasıymış. Aşk için ağlanmazmış. Sezen Aksu’nun şarkısında dediği gibi : ‘Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk’.

Artık ben bana ait değilim, ben aşkıma aitim. Bedenim, ruhum, fikirlerim artık onun üzerine tapulu.

Bugünden öncesi yalan, sahte. Gelecek aşkımla ikimizin. Mazi, geride kaldı. Biz o kadar mutlu ve mesut olacağız ki bizi kıskananlar aramıza girecek, ama onların bilmediği bir şey var. Aşkımla ben bir elmanın iki yarısıyız. Birini diğerinden ayırırsanız, diğeri yaşayamaz. Çünkü biz, bir bütünüz.

Pazartesi, Ağustos 15, 2005

hayat yaşandığı kadar vardır

Hayatımda ilk defa bir otel odasında kaldım. Tek başımaydım ama oda üç kişilikti. Beni kazıklamaya niyetli olan resepsiyon bozuntusu, kirli sakalı ile güzel ve de boş sadece bu odanın kaldığını söyleyince, razı oldum. Zaten oteller konusunda çok da bilgim yok. Filmlerde gördüklerim dışında. Odamın içinde tuvalet ve banyoda var. Ama ikisi de oteli yapan müteahhit yada yaptıran zatın cimriliği nedeniyle aynı yerde idi ve aralarında hiçbir şey yoktu. Belki Türk insanının pratik zekasını düşünerek yapmışlardı bu uygulamayı. Ne de olsa Türk insanı banyoda iken banyo küvetinin içine ya da her ne varsa onun içine işemeyi pek sever. Bunlar da sanırım, ‘Nasıl olsa işeyecekler bari tuvalete işesinler’ düşüncesiyle ikisini de aynı yere koymuşlardı.
Bende Türk olduğum için ve daha Avrupa Birliğine giremediğimi düşünerek ve vücudumdaki tere bakmaksızın banyoya ya da tuvalete girdim. Suyun altına girmemle kaçmam bir oldu. Meğer sıcak su yokmuş. Soğuk suyla duş aldım. Bu da bana ders oldu. Bir daha ki sefere resepsiyona sıcak su var mı diye soracağım.
Gece uzun bir gece olacağını daha bu ilk dakikalarda hissettirmişti bana. Sanki, yedi saat sonra değil de yedi yıl sonra uyanacakmışım gibi bir hisle yatağa girdim. Gözlerimi kapattım, açtım. Kapattım, açtım. Uyuyamıyordum. Gözlerimi tavana diktim. Tavan, her evde olduğu gibi bomboştu. Ama yine de bana bir başka gözüktü. Sanki her evde olmayan bir tavandı.
Kalktım ışığı açtım. Çevreme bir göz gezdirdim. Diğer iki yatağın dışında, 37 ekran bir mini televizyon, içleri bomboş iki dolap, üzerinde bir küllük bulunan ne idüğü belirsiz sehpa türü bir şey vardı.
Daha sonra yarı çıplak bir vaziyette, balkona çıktım. Yere oturdum. Gökyüzüne baktım. Otelimle karşı binanın arasından görülebilen yıldızlara baktım. Sanki onlarda da bir değişiklik vardı. Onlarda farklı göründü gözüme. Sanki daha da güzelleşmişlerdi. Belki de oralardan ‘Biz dostuz’ diyen uzaylılar gelmişti de ben bilmiyordum. Ama bir nedenden dolayı gözüme değişik göründüler.
Odama geri döndüm. Bozulmuş yatağım beni bekliyordu. Ben ona, o da bana bakıyordu. Sanki, (Hadi uyu) der gibiydi bana. Uyumaya çalıştım. Ama yine olmadı. Uyuyamıyordum. Gözlerime uyku girmiyordu. Kulaklıkta çalan ve beni her zaman uyutan müzikler dahi kar etmiyordu. Uyuyamıyordum.
Sonunda kendimi yormam gerektiğine kanaat getirerek, kalktım şınav çektim. Ve daha sonra da tuvalette (pardon banyoda) duş aldım. Yine uyuyamadım.
Düşündüm. Gecenin bir yarısıydı ve neredeyse hiç bilmediğim bir şehirdeydim. Sadece bir kişiyi tanıyorum. Ve sadece ona güvendiğim ve sevdiğim için buradayım. Ne kadar doğruydu yaptığım? Düşünmem fazla uzun sürmedi. Çünkü, aşk her şeyi doğru kılıyordu. Mecnunun dağları delmesi de bu yüzden herkese inandırıcı gelmiyor muydu?
Ve aşktı bu. Seviyordum ve o yüzden bu otel odasındayım. Ve yine yarın onu göreceğim için heyecanlıydım ve heyecandan uyku girmiyordu gözüme. Uyuyamıyordum.
Saatler birbirini kovaladı ve en sonunda uykum, heyecanımı yenip, az da olsa, uyumamı sağladı. Sabah gözlerimi açtığımda yanımda yine kimse yoktu. Ama bu yalnızlık fazla uzun sürmedi. Hayatımın anlamı, kapımı çalarak içeriye girdi.
Onun gelmesi ile hayatımın en güzel saatlerini yaşadım. Ve bunun için ona binlerce kez teşekkür etsem azdır. Ve hep de teşekkür edeceğim.

Salı, Temmuz 26, 2005

ŞARKILARIN DİLİ OLSA...

Şarkıların dili olsa...

Bugün, şarkılar beni aldı götürdü bilinmez bir denizin kıyısına. Sanki orada yaşıyordum. Güneş, tenimi acımasızca yakıyordu. Ama sevginin koruyucu kreminin üzerimde olduğunu bilerek, hiç korkmadım güneşten.
Bugün, şarkıları daha da çok seviyorum, onların beni ne kadar sevdiğini bilmeden.
Şarkıların dili olsaydı keşke. Sözleri yazan söz yazarının, yazarken çektiği acıları, umutları, sevinçleri, her notayı yazabilmek için kalemi eline her alışını dakika bana anlatsaydı.
Anlatsaydı, bende beni alıp uçuran, bilinmez yerlere götüren, belki de günümün en güzel anlarını yaşatan o güzel insanı, daha da çok sevseydim. Hatta sevmekle kalmayıp, onun kutsallığı önünde eğilip, ona tapınsaydım.
Böyle güzel şarkılar yazabilmek ne büyük yetenektir. Zaman zaman da içimden geçirmişimdir (Keşke şarkı sözü yazabilsem, beste yapabilsem, onu çalabilsem) diye. Ama ne yazık ki Tanrının çok sevdiği kulları arasına giremediğim için, böyle bir yeteneğim yok. Ne yaptım ki acaba? Sınavda kopya çekerken mi yakaladı acaba beni?
Belki de en iyisi budur benim için. Yaratanın, yaratılan için en iyisini düşündüğünü, idrak ettiğimizden beri bunun başka bir türlü olma ihtimalini hep göz ardı ediyoruz. Ki bence etmeliyiz de.
Şarkıların dili olsaydı ve bana söz yazarının çektiği sıkıntı, acıları göstermiş, anlatmış olması belki de benim, mevcut durumumdan memnunluk duymamı sağlayacaktı. Sonuçta, işin güzel yanını yaşayan, şarkıyı dinleyip, değişik duygular içinde başka evrenlere uçan benim.
Keşke şarkıların dili olsaydı...

Pazartesi, Temmuz 25, 2005

HAYAT SEN NELERE KADİRSİN

Hayat sen nelere kadirsin...

Hayatın, ucu görünmeyen bir deniz olduğunu idrak ettim bugün. Aslında bunu, daha önceleri de biliyordum. Fakat, söylemde kalan, inanca dayalı olmayan bir bilinçti bu. Dolayısıyla ciddiyetten uzaktı. Bugün ve daha önceki günlerde yaşadığım olaylar neticesinde hayatta öğrenmem gereken en temel bilgiyi, inançla bütünleştirdim.
Hayat, bu kadar enginliğe sahip olmasaydı eğer, her gün beraber olduğum, gezdiğim ve dost bildiğim insanlar ile ayrı düşme ihtimalim olmazdı.
Hayat, bu kadar engin olmasaydı eğer, bir zamanlar sevdiğim insanı bir başkasıyla görmek imkansız olacaktı. Çünkü zaten benimle birlikte olacaktı.
Hayat, bu kadar engin olmasaydı eğer, arkadaş sandığım ve güvendiğim insanlar beni arkamdan vurmayacak, sözlerimi başkalarına büyük bir keyifle duyurmayacaktı.
Hayat, bu kadar engin olmasaydı eğer, yaşanmaması gereken her şey zaten yaşanmayacaktı, dolayısıyla yaşanmaması gereken şeyler zaten olmadığı için dünya çok daha güzel olacaktı.

Cuma, Haziran 17, 2005

tatil yok bana...........

Ben her yaz başlangıcına deniz, kum ve güneşin tadını doyasıya çıkaracağım, tatil özlemi ile girerim.
Kışın ortalarında, havanın kapalı ve yağışlı, insanın nefes alamayacak kadar boğulduğu günlerde, elimdeki bir bardak sıcak çay ile geçtiğim pencere önünde de, kurarım bu hayali. Böylece o an için o günün boğuculuğundan kurtulur ve ferahlığa çıkarım.
İlkbahar'da ise, el ele gezen çiftlerin sanki beni bilerek kıskandırıyorlaşmışcasına sarmaş dolaş olması üzerine, yine aynı hayali kurarak kurtulurum üzerimdeki negatif elektrikten.
Ve en sonunda yaz gelir, tabii sıcaklarda. Kışın yağmurlarında ve ilkbaharın kıskançlıklarında kurduğum hayali gerçekleştirmek isterim hemen. Yaz başı bir iki yere günü birlik giderim. Sonra....
Sonrası yok, yazın geri kalanı iş, güç ve pineklemek ile geçer. Yaz biter ve ben adam gibi tatil yapamam.
Bu hep böyle olmuştur. Bu sene de böyle başladı. Tarım Müdürlüğü sayesinde bir Didim'e gidebildim. Orda da zaten haber yazdım. Ama sonuçta tatil yöresini görmüş olmanın mutluluğunu ve rahatlığını da yaşamadım desem yalan olur. Çünkü, mavi tur yaptım.
Ve yaz, süre gelen rutin haline yine büründü. Bu gidişle bir daha zor tatile çıkarım. Emekliliğe kadar bana tatil yok. Bunun bilincine vardım.
Hadi hepinize iyi tatiller....

Çarşamba, Haziran 01, 2005

Sen, başıma gelen en az en çok hatalarım

Sen, başıma gelen en az en çok hatalarım...

Gidenlerin geri dönmesi ne kadar zordur, bileniniz var mı? Alışkanlıklarını, sevdiğini, hayatta ayrılamam dediklerinden ayrılmayı, yani zor olanı yapmış bir insanın geri dönmesi, ölen bir insanı tekrar diriltmekle neredeyse eş değerdir.

Gidenin ardından gözyaşı döken kişi ise, ayrılmanın verdiği şokla yaşamanın ne kadar zor olduğunu bilir. Yaşadığı kötü tecrübeyi hak etmediğini, her cümlesinin arasında oluşturduğu bir ara cümle içinde hep tekrar eder. Gözyaşları ile burnundan akan sümüklerin ağız kısmında ağız salyaları ile buluştuğunda başını yaslayacak birini arar ve kim olursa başını yaslar ona. Çünkü, fırtınaya yakalanmış küçük bir balıkçı teknesi gibi alabora olmadan, sığınacak bir liman aramaktadır.

Bunları niye mi yazıyorum? Çünkü birbirinden ayrılmış ve her ikisi de çok iyi arkadaşım olan biri bayan biri erkek iki kişinin yaşadıkları bugünlerde tek gündem maddem. Birbirlerini öyle çok seviyorlardı ki, hani onların mutluluğunu kıskanmadım desem yalan olur. Erkek, erkek mankenleri kıskandıracak kadar kalıp sahibi, bayansa yine bayan mankenleri solda sıfır bırakacak kadar fizik sahibi, üstelik her ikisi de iyi birer insandı.
Gençlik çağlarında, bir ay, bir hafta hatta bir gün süren günü birlik ilişkilerinde onların 8 ay boyunca birlikte olmaları, bu ilişkinin evlilikle sonuçlanacağı intibasını herkeste uyandırmıştı.
Oysa, öyle olmadı. Her şey, sanki bilinmez bir el tarafından bozuldu. Kıskanılacak ilişki bitti.
İki taraftan erkek terk eden, bayan ise terk edilen idi. Erkek, bırakmanın ağır yükümlülüğünü, günahını üzerine almayı göze alarak bırakmıştı. Bayanda, ayrılmanın acı getireceğini bildiği için ayrılmak istememiş ama çabaları sonuç vermemişti.
Onları görünce, bırakıp gitmenin ve bırakmış olmanın getirdiği geri dönememenin ve terk edilmiş olmanın dayanılmaz acılarını aynı anda yüreğimde hisseder olmuştum.
Ne olurdu sanki, dünya yaşanmış ve bitmiş aşkların çöplüğü olmasaydı? Ne olurdu dünya, her seferinde uzanıpta tutulabilecek ve hiç kaybedilmeyecek sevgilerle dolu olsaydı?

Cumartesi, Mayıs 28, 2005

çaresizlik

Hiç çaresizlik içinde kıvrandınız mı? Hem de sevdiğinizin yanında... Ben kıvrandım. Onun yanında iken onun benim yanımda olmadığının bilincine varınca ve ona benim yanımda olduğunu hissettiremememin çaresizliğini yaşadım.
Kimi zaman, onun bu hallerini takmazdım ya da düşünmek istemezdim. Onun dalgın bir insan olduğunu düşünürdüm. Hep gözlerini kısar, ufuklara dalar ve giderdi. Belki on, belki de 15 dakika hiç konuşmazdı, hep suskun ve düşünceli bir şekilde bakardı. Bense o arada geçen zamanda bana olan ilgisizliğini, tersine döndürmek için türlü şebeklikler yapardım. Hiç yapamadığım halde, fıkralar anlatmaya, sesim güzel olmadığı halde ona aşk şarkıları söylerdim. Ama nafileydi. Sanki belli bir saatte ötmeye ayarlanmış çalar saat gibi her defasında, bir anda geri dönerdi. Tekrar bana bakardı. Eğer ki bir cafe yada o tür bir yerde isek, hemen kalkardık. Evde isek, misafir kapı dışarı olurdu.
Bu durumların geçici olduğunu umardım hep. Ama olmadığını, onun eski sevgilisi ile tanışınca öğrendim.
Tesadüfen, arkadaşımın arkadaşı, onun eski erkek arkadaşı çıktı. Ne o benim, onun eski kız arkadaşının yeni sevgilisi, ne de ben onun benim yeni sevgilimin, eski sevgilisi olduğunu bilmeden çok iyi dost olduk. O kadar ki aşklarımızı anlattık, birbirimize. Ve tesadüf gerçekleşti.
Sevgilimin, dalıp gitmelerinden bahsettiğim zaman, kafasından vurulmuş gibi bir anda irkildi. Ve ağzından 'olamaz' kelimesi çıktı. Niye? şeklinde sorduğum refleksi sorunun ardından, sevgilimin ismi onun dudaklarından çıktı.
Ve sonra herşey açığa çıktı. Benim yeni sevgilim, onun eski sevgilisin aklında hep tek bir kişi varmış sürekli. Birileri ile her buluştuğunda, onu anımsatan en ufak bir durumda bile onu düşünürmüş. Ve dalıp gidermiş. Ve bu sebeple, yeni sevgilimin eski sevgilisi ondan ayrılmış.
Düşündüm, ben ne yapabilirim diye? Bir başkasını düşünüyor diye ayrılmalı mıyım yoksa sadece düşünüyor, aldatmıyor diye sevinmeli miydim? Uzun süre bu soruyu sordum kendi kendime. En sonunda ayrılmaya karar verdim. Çünkü, her seferinde onun benim yanımda iken bir başkasını düşünüp beni aldatmasına ve ben bu durumda çaresizlik içinde kıvranmaya dayanamazdım.